Kayıtlar

Takıntı, Bazı Şeylerin Şiddeti, Dinlemek

Takıntı hâline getirdiğim parçalar var. Edebi niteliği olan metinleri parçalayıp küçük lokmalarla yiyerek büyük bir hazza uzanıyorum. Takıldığım noktalar öykü/şiir/şarkı arasında değişken. Büsbütün kendime has bir yaşam deneyimiyle bana dokunan yerlerinden tutuyorum onları. Duygusu ve anısı bir arada. Ve her zaman yiyebileceğim kadar koparıyorum. Çiçeği dalından, fotoğrafı zamandan kopardığım gibi.  * Çok dua etmem ama içten bağlıyım Tanrıma. Ruhumun inceliklerine inanıyorum. Onun kıvrımlarını biliyorum. Hakikatin küçük ve çeşitli olduğunu düşünüyorum. Yaratıcıyla buluşup konuşmanın bin bir yolu var. Yıldızlı gök, aşk, deniz ya da ölüm. Sarhoş olurcasına çağır çağırabildiğin kadar, bağır, henüz sesin çıkıyorken.  * Herkesin dönem dönem ihtiyaçları değişebilir. Bense diliyorum ki biri beni dinlesin. Öyle bir dinlemek olsun ki dinleyenin gözlerinde onun kalbini göreyim. Öyle bir dinlesin ki dilim damağıma yapışsın. Konuşa konuşa bayılmak gibi bir şey. 

Bir Ankara Güncesi

Ankara Ankara Ey iyi kalpli üvey ana! Bu dizeler tarihi bir taşradan büyük bir şehre yayılıyor sanki. Bu yazıda Cemal Süreya kadar edebi yaklaşmadım. Bir çeşit açlığım vardı, sokaklar beni çağırıyor gibiydi. Yanı sıra Tomris Uyarı ilk okuduğumdan beri içimde kabaran bir Ankara aşkı var. Otuzların Kadını'nı da yanımda taşıdım.  Yol sorular yüklüyor. Şehre -Ankara'ya- gitmek. Büyük başkentte nasıl bir karmaşayla karşılaşacağımı bilmeden. Gözlerimde taptaze bir uyanıklık. Sabah şimdilik sakin. Motor horultulu. Otobüs kokusu, bavullar, molalar. Kulaklığımı taktım, otobüsten inip sihirli bir gemiye bindim. Yolculuk yaparken şarkılar hızın ritmine uyana kadar listeyi taradım. Adamlar keyiflendirdi çünkü harekete kimse mani olamaz. Şoförün de keyfi yerinde. Cips yiyip muavinle bölük pörçük konuşmalara dalıyor. Dikkatimi tekrar yol çizgilerine bırakıyor, otobüsün dinlenme tesisine ulaşmasını bekliyorum. Sıkışık durumdayım, suya sabuna dokunmak hayatımı kurtaracak.  Perdem yok, güneş yı

Uzak, Güvenmek, Çöküntü

Çevrendeki insanların çoğu bir muhabbet ağı, sevgi bağı kurmuş. Herkes kendine has bir dünya yaratmış. Bir şeye sonradan eklenme hali çok sıkıcı. Konuşulan konuya uzak, heyecana uzak, fikirlere uzaksın. İçinden tek kelime çıkmıyor. Sessizlik bir batak olup içine çekiyor seni. Konuşmayı unutmuş gibisin. Tiz, hırıltılı, vurgusuz ve ruhsuz sesler kulağına doluyor. Ağırlaşıyorsun. Birlik duygusundan uzaklaşmış bir zihinle baş edemiyorsun. Bu gedik kapanacak gibi değil. Bir öyküdeki Tasmalı Güvercin gibisin. Bağlı ve kırgın.  * Bir mekana güvenmek onun sıcaklığına, açıklığına inanmaktır. Bedeni sorgusuzca soyup içine kapandığımız mekan öncelikle bizi dışarının sınırsızlığından, tahmin edilmezliğinden korur. Işığın kontrolümüz altında olduğunu bilmek bize huzur verir. Karanlık ve belirsiz olasılıklar saf dışı kalır böylece. Güvende.  * İnsan oturursa çöker. İyice yerleşir çukuruna. Bir yastık bir minder. Kalkmaz yerinden . Hareketi bilmez. Kendine gömülür. Yaşamı unutur. Ezberini bilinmeyene

Arzulu Metin, Suya Sabuna Dokunmak

 * Kendini sevdirecek metin elbet ayaklarıma sürünüp yanımda gezmeli. Bir şeyler devirmeli, ses çıkarmalı, varlığını tüm boyutlarıyla hissettirmeli. Bazen öyle anlatılara denk geliyorum ki okudukça doyumsuz oluyorum. İçimden onu yeniden işlemek, parlatmak, süslemek geçiyor. İlk okuyuştaki kesik sarsıntılar tekrarlı okumalarda büyüyüp anlamları birer birer yıkıyor, yerine yenilerini inşa ediyor. Başka bir dünyaya açıldığımı, oradaki rüzgarların peşine takıldığımı hissediyorum. Kalbimde kök salan her dil tohumu yeni uçuşlara, heyecanlara ortak.  * Dışı gibidir içi. Suya karşı köpüre köpüre erir. Bu yüzden olsa gerek sabuna güvenilir. Bir an bakarsın küçülür, avucuna sığar. Köşeleri birbirine yakınlaşır. Ne var ki her şey küçüldükçe taşa keser. Sabun da küçülerek artık o yumuşak dokusunu kaybeder. Köpürmek istemeyen bir sabuna karşı koyulamaz. O, son parçasına dek suyun kenarında bekler durur. Zamanla kaybolur. Taş, unutulur.      

Büyümek, Türk Telekom Müşteri Hizmetleri, Kitap Çarpması

Herkes kendi toprağını kazıp kendini yeşertmenin, mevsimlerce yarına sıcak başlangıçlarla uyanmanın derdinde. Henüz serpilirken ölmek de soruları içimizde çoğaltmışken bitmek de mümkün. Yeşilin hangi tonunda son bulacak büyümek?  * Annemin elleri sabunlu, babam haber gergini, kardeşim uykulu. Telefonda babaannemin kızlık soyadının sondan ikinci harfini soran müşteri temsilcisinin sesi. Hanımlar, beyler, ricalar ardı ardına yükseliyor. Babamın bu soruyu yanıtlaması için eline kağıt kalem verip ek süre tanımalı. Bu bir sınav. Bir yanlış, güveni sarsıp konuşmayı sonlandırabilir. Babamın önce annesinin kızlık soyadını yazıp harflerine bakması lazım. Ailece masaya oturup babama yardımcı olduk. Çok duygusal -öfke dolu- bir andı. Türk Telekom'a ailemizi böylesine nostalji dolu bir masada buluşturduğu için teşekkür ederim.   * Çarpıntı yapan kitaplar var. Ara sıra denk geliyoruz. Kalp ritmimiz artıyor. Nefes nefese okuma, paylaşma, düşünme ihtiyacıyla doluyoruz. Bu yüzden sıkı dokunmuş bir

Nilgün Marmara, Martin Eden, Okul

Nilgün Marmara Nilgün Marmara'dan bir güzellik: ''metincik'' Kitap sayfalarını görünce metincikler diyorum. Yanak yanak sözcük kabarıyor içimde. Böylelikle anlam güçleniyor sanki. İçinde duygu olan yazı parçaları. Söz gelimi metincik, yanağından makas alınası şiir ya da hikaye.  Martin Eden Kesik kesik akan bir merak duygusu. Zamanla romanda belirli parçalara yoğunlaşma başlıyor. Roman içinde küçük öykü durakları inşa edip oradan gemileri izliyorum. Okuduklarıma baktığımda fark ediyorum ki o küçük limanlara yerleşmiş yaşıyorum. Bu şekilde roman benim için nefes alacak, dinlenecek, boşluk bırakmaya devam edecek.  Okul Okuldayım. Sapsarı tarlalardan yürüyen sıcağı izliyorum pencereden. Şu zamanlardaki bekleyiş ve tükeniş hoşluk yayıyor. Başka bir manzarada kaybolacağım günlere doğru akıyorum. Saçımda rüzgar, elimde mektuplar. Sevgili anlatıcı yaşamı ve ölümü anlatmakta.  

Irmak, Şiir, Bahçe

Irmak Küçük bir ırmaktım. Şarkım bitti, yatağım kurudu. Zaman kışın orta yerinde debeleniyor. Yağmur benim için yağmıyor, rüzgar şakasız. Denizler dalgalarla taşarken içimde biriken taşları sayıyorum. Şiir  Bütün şiirlere özel yorumlar yapamayız. Şiirin yorumu bizdeki etkisine bağlıdır. Birinin içselleştirdiği ve üzerine kafa yorduğu bir metni biz bir anda tekrar üretemeyiz. Üzerine bir cümle kuramayız.  Bahçe Bir mandalina bahçesindesin. Hava serin, güneş yok henüz. Rüzgar sinsice dolaşıp ellerini, dizlerini yalayıp geçiyor. Koparılmış mandalinaların izi var dallarda. Kabuklar küçük. Ağaçların sezgisi iyi. Seneye yine elleri çoğalacak. Sırtı yine iki büklüm. Bir şeyi bilmenin yükü mü bu? Öte yandan hafiflemek manasız değil mi? Taşıyacağı bir şeyi olmaması insanın, bulutların dolup taşmaması, sessiz olması kedilerin.